
"Başlıyoruz, hazır mısın?"
O nasıl soru? Nasıl hazır olayım? derken kafamdaki gülerek, ağzımdan 'evet' çıkıyor. Kafa derisi neşterle buluşurken bana ait olmayan kauçuk parçasının kesilişini dinliyorum. Hissettiğim bu, evet. Kauçuk gibi o şey, benim değil.
Aptal! Kafa derin o kauçuk. Yarı uyuşmak.. Yüzüme değen örtünün yavaşça ılık sıvıyla buluştuğunu hissediyorum. Karanlık her zaman kötü değilmiş.
"Nasılsın?"
'İyi..'
İyi. Az sonra adını bilmediğim delici alet çalışmaya başlar başlamaz daha da iyi olurum. Kafatası delinirken kazalar olur bilirsiniz. Neyse ki bu ihtimal gelmiyor aklıma. Buyur ettiğim düşüncelerin arasına ilişiverse pek hoş olmaz. Sıvıyı yüzümde hissediyorum, kokuyu alıyorum, madenimsi koku..
Kafamın içinde yankılanan ses kesiliyor ara ara. Kemik en sağlam organik madde evet, tanıklık edebilirim.
"Biliyorum zor ama dayan olur mu, az kaldı."
Az, ne göreceli laf ama. İzafiyet. Hayatımın ne kadarlık kısmı orada geçti bilmiyorum. Oldukça uzun bir zaman sanırım. Beynimin odalarında sessizce dolanıp duran renksiz sıvı hareketleniyor, opak maddeyle buluştukça. O buluşmadan oluşan ses, alabildiğine tiz. Kulak çınlaması. Kafa çınlaması. On, dokuz, sekiz.. iki, bir. Bir daha geri say.. bir daha..
"Nasılsın?"
Bayılmam, söz.
Kalan son kuvvetimle soruyorum: 'daha ne kadar sürecek?'
Gözlerimi açtığımda parlayan güneş gözümü alıyor. Ne güzel gün. Sanırım o zamana kadar yaşadıklarım içinde en güzeli.
Bitti mi? Emin değilim.
96' ortaları.