Sunday, July 25, 2010

havyanatı habitatında severim

Geçenlerde yakın bir arkadaşımın evlilik törenine iştirak bahanesiyle, insanı pelteye çeviren sıcağından mütevellit, uzun süre yaşadığım halde uğramayı pek arzulamadığım ender şehirlerden İzmir'deydim. Bir türlü kotarılamayan metro inşaatının bir takım güzergahı zahmete dönüştürmesi dışında çoğu şey aynı göründü gözüme. Dağların tepelerinde harcanan eğitim hayatımı katınca şehri sevmek zor oluyor. Sanırım tek eğlencem, senede bir paraşüt kulesinden kendimi boşluğa bırakmam imiş. Ama konu bu değil.

Nedense İzmir'e ilişkin hafızamda yer eden tek resim; kültürparkın, türüne ayrılmış kısmında ileri geri - sağ sol yaparak, ömrünü insanların her anını izlemesi şansına (!) ererek tüketmiş Asya fili Bahadır. Öğrendim ki yeni bir alan inşa edilmiş, İzmir Doğal Yaşam Parkı diye. İnceledikten sonra, Bahadır ölmeseymiş, 2 adım fazla atabileceği yeni bir yeri olacakmış yey! dedim.

Hayvanat bahçesi fikrinden oldum olası nefret etmişimdir. Hele hele günümüzde, insanların her türlü görsele, bilgiye kolaylıkla erişebildiği bir dönemde, bir çok şehirde bu tahakküm alanlarının hala varlığını sürdürüyor oluşuna anlam veremiyorum. Temelde çok benzer bir davranışı kendi evinde, yedirmek-içirmek, korumak-kollamak, sevmek (?) türü bıkbıklamalar eşliğinde sergileyene, üstelik "ayol yeni koltuklarım parçalanıyor, evim kokuyor, ses oluyor, çiftleşiyor" diye şikayet edene hiç tahammül edemiyorum. "Bu hayvanların zannettiğin şekilde sana ihtiyacı yok arkadaşım, kapatmayıver eve, bak o zaman sorunun şıp diye nasıl çözülüyor" önerisine, "burada ev hayvanlarından bahsediyoruz" cevabı veren dangalakların belli aralıklarla bahsi geçen alanlarda misafir edilmesini tavsiye ediyorum. Sanırım önce bunu çözmek lazım.

Bir çocuğa, vahşi bir kaplanın kafeslenerek dev bir ev kedisine dönmesini izleterek, vahşi yaşamın korunmaya değer oluşunu izah edemeyiz. (Hala bu tür amaçların olabileceği hususunda umut?) Bir takım dangalaklar önerisi makul gelmediyse, belediyeler parayla canlı seyri satmak yerine, bölgenin doğal yaşam döngüsünü korumaya yönelik önlemlere daha fazla kaynak ayırabilir. Adına doğal park deyince; hayvanat bahçesi doğal park olmuyor, olamıyor. İnsaf edin.

Thursday, July 22, 2010

anne bak yazıyorum!

bugün küçük bir kedi yaptım. katlarken kağıt elimi boyadı. videodaki görüntü donup kalınca, her şeyi baştan yapmak zorundayım ve elim yine kirlenecek diye üzüldüm ama yine de koşup hemen elimi yıkadım. bu tür pasaklıklara dayanamam. katlarken çıkan hışırtılar muazzam. muntazam katlamalarımla ne kadar kafiyeli. o sesler sanki kıllı bir tarantulanın konfetiler arasından süzülüşü adeta. yahut kedi köftesinin gündüz şekerlemesinde yapmaya bayıldığı astral koşularına geçmeden evvel ufak tırnaklarıyla iteklediği talaşın çıkardığı hışırtı gibi. geceleri de koşuyor, gözleri açıkken ama, haylaz. bazen bakıyorum gözlerinin tam içine. kıpkırmızı parlayınca korkutuyor beni. tekrar uykuya dalmak istiyorum böyle zamanlar. kendimi telkin ederken aniden iki platipus etraftan topladıkları ufak şeylerle kafamın üzerine baraj yapmaya çalışmıştı bir keresinde. "hey baksanıza yanlış bu yaptığınız, su yok burada" dedim hemen. biri "göl olmuş her yer görmüyor musun salak!" demiş ben duymadım diğeri söyledi. üzüldüm, ne yaptım da kötü davrandı ki şimdi. yumurtadan çıkan memelileri hep sevmişimdir oysa. o an kedi köftesine tekrar bakmak geldi içimden. baktım, kıpkırmızı gözleri yuvalarında yoktu. beni ürperten onlar, o gözler, nasıl anlatsam, her yerdeymiş gibiydi. alıştığım için kan gölü görmekten tiksinmem televizyonla kanıksadığım birşey ama öyle korktum ki anne anne diye haykıracakken, çenemi pılıpırtıyla örtülü olduğu için oynatamıyor olduğumun ayırdına vardım. Böyle kavrayışlar beni kendime getirir. kendimle barışırız. küsmeme bazen izin var. kişisel hak ve özgürlük bunu gerektirir. başka örtülü şeyler girmemeli araya zırt pırt. ben bu zamanlarda pek sevimli olmam. kimseyi yaklaştırmam. şahsen bizzat kendim yalnızlığımla, adeta mayalı hamur gibi taşarım, kabıma sığmam. hamurdan mütevellit herşeyi severim. mıncıklayınca hep başka başka şekillere bürünmesini sanatsal bulurum. ama tekrardan sıkılmam. tutarlı olmuyorsa olmasın, çelişme çalış atasözümü hatırladığımda, kendime bir tokat patlatmışçasına ayılıyorum. yine de kurabiyeleri insancıklar gibi farklı farklı gördükçe sinirlerim oynar. geçmişte oynadı bir iki defa hemen kurabiyeleri tek tek kenarlarından ısırmak suretiyle aynı ebatlarda olmalarını sağladım. cetvelle ölçüyorum yine de insanım, bazen hata yapabilirim. işte böyle bazı zamanlar insanları da kurabiye olarak görmek istiyorum. kafalarına vuruyorum ama bir türlü istediğim şekle gelmiyor inatçı keçiler. hepsini sevgili platipusun.. hm isimsiz bir platipusun duygusal hezeyanlar yaşayabileceği ihtimalini düşündüm. kedi köftesini ismini ben icat ettim. isim koyunca kendimi başka bir coşkulu buluyorum. platiport olsun adı, evet gayet şık. kendi kendime demokratik olmak.. ah öyle hafifletiyor ki beni uçuyorum bazen. platiportun barajının üzerinden uçarken inatçı keçilerin hepsini köprüden geçmeye zorladığım için mi ne, az kalsın yıkılacaktı. adrenalin kalbimi hızlı attırıyor ben de inşaatların birinci katından atlıyorum. eveet yarın kurbağa yapalım birlikte.

Saturday, July 10, 2010

11 temmuz

Bugün 95 Srebrenica soykırımı yıl dönümü.
Hatırlarda kalsın..

Tuesday, July 6, 2010

I'll let you know when I need you, when I want you

İstikrar güzel. Kestirilebilir. Keyifler yerindeyken tadından yenmez ilişkiler geliştirip, canlar sıkıldığında kabuğuna çekilmek bahanesiyle aniden taş kesilen insanlardan uzak durmak istedikçe, arayıp buluyorlar. Takla güvercini değilseniz şayet, takla atarak kafamı karıştırmayın, düz durun!