
Bir kaç yıl evvel okuduğum ve etkilendiğim bir kitap, Beynine bir kez hava değmeye görsün. Etkilenme sebebim başkalarından farklı olabilir. Ağrı gaddarca bize sarılır kalır notunu düşünmüştüm Ağrı müzesi başlıklı bölümü okurken. Önceleri ağrı ve acı biyolojik lütuftur diye ahkamlar keserken ben, bir daha düşündüm. Evet, teşhis ve iyileşmenin önünü açan birşey, doğru. İnsanı içten içe kemiren şeylere ilişkin bedenin ikazı. Fakat bir bedeli de var. Ağrıyı yahut acıyı yalnız göğüslemek zorunda insan. Gaddarca sarılan ve insanı diğerlerinden ayıran birşey bu. Yakınları da en çok acıtan şey. Müdahil olamamak, paylaşamamak.
Ölümle yüzleştiğiniz anlar , sanırım korkunun kaçınılmaz olduğu zamanlar. Çocukluk dönemine tekabül edince bu, biraz zorluyor insanı haliyle. Ağlamanın pek de kar etmediği, rahatlatmadığı zamanlar oluyor. Suskunlukla birlikte gelen ağırlığın altında ezilmemek, çektiğiniz ızdırabın yakınlarınızı da sarmaması için gereğinden fazla olgunlaşmak oluyor, yaşanılan. Bir hastalığın yaşattıklarını sizden iyi kimse bilemez, yine de merak ediyorsunuz. İçimdeki ne, kafamdaki ne, beynimdeki ne?.. Korktuğumdan sordum, öğrendim. Çocuk yaşta, ilerde çocuk sahibi olabilecek miyim diye sordum, hayatımın geri kalanı nasıl olacak diye sordum, nelerden mahrum kalırım diye sordum. Garip ama böyle. Bu hastalık neyin nesi diye sordum. Paylaşmak istiyorum.

Tedavide erken teşhis çok önemli. Genellikle hastalığın kendisine müdahele edilemediğinden, mümkün olduğunca oluşan problemler bertaraf edilmeye çalışılıyor. Shunt adı verilen cihaz sayesinde gereğinden fazla biriken beyin sıvısının karın boşluğuna nakledilmesiyle kafatası içi basınç dengelenebiliyor. Fakat yine de basınçla ilgili sorunlar yaratabilecek ortamlardan uzak durmak gerekiyor.

* kaynak
Fotoğraflar Mateusz Kapciak, Chris Gander
1 comment:
geçmiş olsun, geçmişte kalsın ne güzel laf.
Post a Comment